Malazgirt Meydan Muharebesi - 1071
Malazgirt savaşı (1071). Türklerin ve İslam’ın kaderini belirleyen bir savaş… Savaşın durumu o kadar kritik ki eğer savaş kaybedilseydi Türkler belki de bir daha hiçbir zaman Anadolu topraklarına gelemeyecek. İslam’ın ise kolu kanadı ağır bir hasar alacaktı. Savaşın bu denli kritik bir savaş olmasının yanı sıra, Sultan Muhammed Alparslan Şii Fatımi Devleti üzerine sefer düzenliyor ve Şiiliği yer yüzünden kaldırmayı hedefliyordu. Tam bu sebepten ki Sultan Muhammed Alparslan Suriye seferindeyken, Roma İmparatoru Romen Diyojen tarafından gönderilen bir elçi geldi. Gelen elçi Sultan Alparslan’dan Malazgirt, Erciş ve Münbiç şehirlerini talep ediyordu. Eğer belirtilen yerlerin verilememesi durumu söz konusu olursa Selçuklu İmparatorluğuna devasa bir ordu ile savaş açılacağını belirtiyorlardı. Lakin Sultan Alparslan bunun bir blöf olduğunu düşünüyordu. Bu düşüncesinde ise fazlası ile haklıydı, zira kısa bir zaman öncesinde Romen Diyojen Fatımilerin üzerine yürümüş ve neredeyse tam bir başarısızlık ile geri dönmüştü. Ordunun o zamanki hâlini düşünen Sultan Alparslan kısa sürede Roma’nın büyük bir ordu toplayacağına doğrudan inanmıyordu. Lakin elçinin hemen ardından Anadolu içinde akınlarda bulunan Türkmen beylerinden de haberler gelmeye başladı. Türkmen beyleri açıkça Romen Diyojen’in Selçukluları yok etmek ve İslam beldelerini ele geçirmek için büyük bir ordu topladığını söylüyorlardı. Bunun üzerine Suriye seferinde bulunan Sultan Alparslan, seferi yarım bırakıp geri de gidemezdi. Zira Şii Fatımiler Selçukluların geri çekilmesi hâlinde Mekke ve Medine’yi tekrar ele geçirebilir ve Sünni Müslümanlara Selçukluyu seçmenin bedelini ödetebilirlerdi. Bunun üzerine Sultan Muhammed Alparslan 100.000 kişilik ordusunun büyük bir kısmını (85.000) sefere devam etmesi için geride bırakıp, kendisine ölümüne bağlı olan 15.000 kişilik yiğitleri ile seferi bırakıp dönmek zorunda kaldı. Bu sırada Anadolu’da bulunan Afşin Bey Sultan Muhammed Alparslan’a Roma ordusunun haberini verince durumun ciddiyeti daha da ortaya çıkmaya başladı. Afşin Bey, Roma ordusunun sayılamayacak kadar çok olduğunu söylemekteydi. Dönemin Tarihçisi ve Romen Diyojen’in ordusunda bulunan Mihal Attaleiates’in yazdıklarına göre; ordunun için 30.000 teknisyen, 30.000 komutan, yüzlerce mancınık ve 10 kantar ağırlığında taş fırlatabilen devasa bir mancınık bulunmaktaydı. Sadece o mancınığı 1.200 kişi çekmekteydi. Orduda sadece Romalı askerler değil Slav, Bulgar, Alman, Frank, Gürcü, Hazar, Peçenek ve Kuman ücretli askerleri de bulunmaktaydı. Mihal’in belirttiğine göre ordu 200.000 kişiden oluşmaktaydı. Ermeni bir tarihçi olan Edessalı Matta ise bu ordunun mevcudiyetinin 1.000.000 olduğunu söylemektedir. Roma ordusu öyle bir orduydu ki, Roma devletinin neredeyse tüm hazinesi bu ordu için harcanmıştı. Ordunun gerçek büyüklüğünü öğrenen Sultan Alparslan daha fazla askere ihtiyaç olduğunu anladı, lakin ordusunun büyük bir kısmı Suriye seferine devam etmekteydi. Hemen Vezir Nizâmülmülk’ü doğudan asker göndermesi için gönderdi. Sultan Muhammed Alparslan ise Muşun Malazgirt ovasında bulunan Romen Diyojen’i karşılamak için Diyarbakır üzerinden Ahlat’a doğru yola koyulacaktı. Diyarbakır üzerinden geçerken Kürt Emirinden Sultan Muhammed Alparslan’a 15.000 kişilik bir ordu verilmişti. Savaş sadece Türk – Rum savaşı değil aynı zamanda Hilal ile Haçın savaşıydı! Toplam ordusu 30.000 olan Sultan Alparslan süratle Ahlat’a kavuştu. Orada kendisini bekleyen Afşin Bey ile birleştikten sonra toplam ordusu 50.000 civarına yaklaşmıştı. Savaş büyük bir savaştı. Tüm İslam beldelerine Halife tarafından Cuma hutbesinde Selçukluya dua edilmesi için mektuplar verilmişti. Savaş ise Cuma namazından sonra Muş’un Malazgirt ovasında (1071) gerçekleşecekti. Sultan Muhammed Alparslan beyaz kefenini giymiş ve şehadete susamış askerleri ile helalleşiyordu. Savaş kaçınılmaz bir Rum zaferi gibi görünüyordu. Lakin Sultan Muhammed Alparslan ordunun durumunu düşmanın askeri yapısını artık çok iyi biliyordu. Rumlar geleneksel olarak ordunun çekirdeğini çok güçlü tutar ve bu çekirdeği bizzat İmparator komuta ederdi. Bu çekirdeğin savaşarak bozulması ise hiç kolay değildi. Bunun farkında olan Muhammed Alparslan, Türklerin yüzyıllarca kullandığı taktik olan Turan taktiğini kullanarak, geri çekilirken düşmanının kalkanlı çekirdek birimini dağıtacak ve etrafından saracak olan birlikte ile bu çekirdeği tümüyle parçalamayı düşünmekteydi. Ve savaş başladı, Romanın merkez kuvveti, ana çekirdeği Sultan Muhammed Alparslan’ın üzerine geliyordu. Muhammed Alparslan ise ordusunun büyük bir kısmını farklı iki kanata ayırıp dağların arkasında saklamıştı. Bunun üzerine Sultan Muhammed Alparslan hızlı atlı okçuları ile düşmanı kışkırtma saldırısına geçti. Bir süre Roma’nın merkez kuvveti ile vuruştuktan sonra atları ile birlikte pusunun kurulduğu alana doğru hızla geri çekilmeye başladılar. Bunun bir tuzak olduğunu anlamayan Roma ordusu ise düşmanı yendiğini sanıp ganimet elde etmek, esir almak, Sultanı yakalamak için hızla peşlerinden koşmaya başladılar. Romanın çekirdek birliği tüm düzeni bozup hırsla ganimet için düşmanı kovalamaya başladı. Sultan Muhammed Alparslan peşindeki düşmanın, ana üssünden yeterince uzaklaştığını fark ettiği anda dağların arkasında bekleyen kanat ordularını savaşa dahil etti. Kendisi ise geri çekilmeyi bırakıp düşmanın üzerine doğru bir ok gibi saplanmaya başladı. Neye uğradığına şaşıran düşman, daha ne olduğunun farkına varmadan kanatlardan Allah Allah nidaları ile kuşatılmaya başladı. Ve destansı Turan taktiği Roma’yı parçaladı. Destek kuvvetlerinden uzaklaşan Roma birlikte içerisinde bulunan Hazar, Uz ve Peçenek paralı askerleri de karşılarındakilerin kendi soylarından olma Türkler olduğunu anlayınca taraf değiştirdiler. Roma ise Kurt çemberi içerisine alındı. Durumu uzaktan izleyen destek kuvvetleri ise Romen Diyojen’in öldüğünü iddia edip gerisin geriye kaçmaya başladılar. Durum Romalılar için tam bir vahşet hâline gelmeye başladı. Ordu müthiş bir korkuyla kaçışmaya başladı. O esnada orduda bulunan Attaliates eserinde şöyle demişti: “Sonunda Türkler bizi her noktadan kuşattılar; o zaman var olan bütün gücümüzle ve elimizden geldiğince hızlı kaçarak, kendimizi kurtarmaya çabaladık. Düşmanlar bizi topuğumuzun dibinden izleyerek takip ettiler, içimizden kimini öldürdüler, kimini tutsak ettiler ve kimini atlarıyla ezdiler.” Savaş kesin bir Selçuklu zaferi ile sonuçlandı. Roma bu savaştan sonra bir daha toparlayamadı.